29 Mayıs 2013 Çarşamba

Edip Cansever Bütünlüğü




Edip Cansever’in Phoenix isimli bir şiiri vardır. Bende yeri başkadır. Çünkü anılarımı taşır. Ne zaman Edip Cansever’e ait bir şeyle karşılaşsam bu şiir de birkaç sebepten mutlaka aklıma gelir. Mesela, Küçük İskender’e Edip Cansever’i sevdiren ilk şiir olduğunu ve ikisinin bir türlü gerçekleşemeyen karşılaşmalarının hazin hikayesini hatırlarım. Sonra, bana bu şiiri ilk okuyan arkadaşımı hatırlarım. Onu ve eşini. Onları birbirlerinden ayrı düşünmek olanaksızdır çünkü. Bazı çiftler böyledir; birbirleri için yaratılmışlardır ve ne şans ki birbirlerini de bulmuşlardır. Herkesin bir ruh eşi olduğuna inanmam. Herkesin bir ruh eşine sahip olmaya uygun olduğuna da inanmam. Ama bazılarının vardır.
Bu şiiri bana ilk okuduklarında 20’li yaşlarımın başlarındaydım. Evdeydik. Benim kardeşimle birlikte yaşadığım öğrenci evimizde. Öğrenci evinden çok, orta halli, otoriter bir emekli öğretmenin evine benzeyen düzenli, çekyatlı. Benim duygusal kapanmalarım nedeniyle bol statükolu. Sevimsiz eşyalarla dolu. Şiirden hiçbir şey anlamamıştım. Birkaç defa okuduk, vurgularına dikkat ederek algılamaya çalıştım ama nafile, benim gibi bin yıl gerilerde kalmış bir emekli öğretmen ruhuna göre fazla soyuttu. Bu eski moda kuralcılığın yanı sıra bir de gelişememiş bir çocuk olduğumu ise yıllar sonra anladım. Hem 10 yıl geriden düşünüyor ve hissediyor hem de bin yaşında gibi davranıyordum. Kısacası, algılarım bu şiirin frekans eşiklerinin dışındaydı. Okuyan çok sevdiğim ve kültürüne güvendiğim bir arkadaşım olduğu için şiirin değerini seziyor ama anlamları yerlerine oturtamıyordum bir türlü. Hala da ne anladığımı ben de bilmem. Ya da şairin söylemek istediğini anlayıp anlamadığımı. Böyle zamanlarda da aklıma hemen William Faulkner gelir, bir televizyon söyleşisinde Orhan Pamuk’tan dinlediğim bir anekdota göre, William Faulkner’ın yazdığı bir yazıyla ilgili kardeşi sormuş, “Bu çok güzel ama ben anlamadım, burada ne anlatmak istedin?” diye. William Faulkner da cevap vermiş, “Aslını istersen bazen birden içimden geliyor ve yazıyorum, ne anlatmak istediğimi ben de bilmiyorum ama güzel bir şey çıkıyor ortaya, değil mi?” İzlediğim birkaç film, birkaç tiyatro oyunu da bu hissi yaşatmıştır bana. Benim de ne demek istediğimi bilmeden yazdığım şeyler vardır.
Bu şiiri bana hatırlatan sevgili dostlarım çoktan evlendiler. Hatta tam da böyle masalsı aşklardan bekleneceği gibi, biraz da umutsuz ve imkansız aşk teması eklendi aşklarına. Mezhep farklılıklarına dayalı ailevi nedenlerle. Sonra duruldu ortalık, evlendiler, bir çocukları oldu. Yalın hayallerini yalın yaşamlarına dönüştürdüler. Asla “basit” ya da “sıradan” demek istemiyorum. Sadece yalın. Oysa ben, yıllar sonra bile o yalın hayallere ulaşamıyorum. Son derece basit ve sıradan görünen ve ne yazık ki öyle de yaşadığım yaşamımda, yalınlığı yakalayamıyorum. Hiç yakalayamadım. Aşkı bulduğumda yetinemedim, yokluğunda yalnızlıkla başedemedim. Sorular ve bitmeyen sorular hep vardı. Hayatımda köşe kapmaca oynuyorlardı. Köşeler bana hiç kalmadı ki hayatımda, şöyle rahatça yayılayım dört bir yana.
Tuhaflığımın kaynağını farkettiğimden beri hep söylerim, ruh yaşımın 10 yıl geriden geldiğini, zihnimin ve duygularımın geç olgunlaştığını. Bin yaşındalığımı ise mümkün olduğunca törpüledim yıllar boyunca. Kimin neyi, ne için yaptığının o günlerden sonra o kadar önemi olmadı. Duygularımı bir daha o günlerdeki kadar yerle bir etmelerine izin vermedim çünkü. Yıkılmadım diyemem ama kalkmayı öğrendim. Acım ne kadar büyürse o kadar gerçeğim olduğunu da öğrendim yıllar içinde, “ben”in en büyük gerçeğim olması en büyük meselem olarak kaldı. Ölmek isterken bile, en önemli varlığım “ben” olduğu içindi ölmek istemem. Ona yeterince ait olamadığımdan, yeterince sahip çıkamadığımdan.
Bu durumda hala bir kurtuluşum olabilir mi? Bin yıllık prangalardan hayli zamandır kurtulmuşum. Hesaba göre ruh yaşım da 28. Hala taşları yerine oturtabilir, hayallerimle uyumu sağlayabilirim. Hayallerim bedensel güç istemiyor çok şükür. Yaşımı mahkeme kararıyla küçültüp evden kaçarsam, hala umut var; artist olabilirim. Çünkü Edip Cansever’in dediği gibi,

“Yaşamak, süresiz yaşamak eğilimi belki”

İltür A.

2 yorum:

  1. Cok cok guzel yazmissin... Ilgiyle okudum. Siiri de bilmiyordum, simdi hemen okuyacagim. Bakalim ben bir seyler anlayacak miyim? Sevgiyle,
    G.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Çok teşekkür ederim. Eminim anlarsın. Sevgiler...

      Sil