Edip Cansever’in
Phoenix isimli bir şiiri vardır. Bende yeri başkadır. Çünkü anılarımı taşır. Ne
zaman Edip Cansever’e ait bir şeyle karşılaşsam bu şiir de birkaç sebepten
mutlaka aklıma gelir. Mesela, Küçük İskender’e Edip Cansever’i sevdiren ilk şiir
olduğunu ve ikisinin bir türlü gerçekleşemeyen karşılaşmalarının hazin
hikayesini hatırlarım. Sonra, bana bu şiiri ilk okuyan arkadaşımı hatırlarım.
Onu ve eşini. Onları birbirlerinden ayrı düşünmek olanaksızdır çünkü. Bazı
çiftler böyledir; birbirleri için yaratılmışlardır ve ne şans ki birbirlerini de
bulmuşlardır. Herkesin bir ruh eşi olduğuna inanmam. Herkesin bir ruh eşine
sahip olmaya uygun olduğuna da inanmam. Ama bazılarının vardır.
Bu şiiri bana
ilk okuduklarında 20’li yaşlarımın başlarındaydım. Evdeydik. Benim kardeşimle
birlikte yaşadığım öğrenci evimizde. Öğrenci evinden çok, orta halli, otoriter bir
emekli öğretmenin evine benzeyen düzenli, çekyatlı. Benim duygusal kapanmalarım
nedeniyle bol statükolu. Sevimsiz eşyalarla dolu. Şiirden hiçbir şey
anlamamıştım. Birkaç defa okuduk, vurgularına dikkat ederek algılamaya çalıştım
ama nafile, benim gibi bin yıl gerilerde kalmış bir emekli öğretmen ruhuna göre
fazla soyuttu. Bu eski moda kuralcılığın yanı sıra bir de gelişememiş bir çocuk
olduğumu ise yıllar sonra anladım. Hem 10 yıl geriden düşünüyor ve hissediyor
hem de bin yaşında gibi davranıyordum. Kısacası, algılarım bu şiirin frekans
eşiklerinin dışındaydı. Okuyan çok sevdiğim ve kültürüne güvendiğim bir
arkadaşım olduğu için şiirin değerini seziyor ama anlamları yerlerine
oturtamıyordum bir türlü. Hala da ne anladığımı ben de bilmem. Ya da şairin
söylemek istediğini anlayıp anlamadığımı. Böyle zamanlarda da aklıma hemen
William Faulkner gelir, bir televizyon söyleşisinde Orhan Pamuk’tan dinlediğim
bir anekdota göre, William Faulkner’ın yazdığı bir yazıyla ilgili kardeşi
sormuş, “Bu çok güzel ama ben anlamadım, burada ne anlatmak istedin?” diye.
William Faulkner da cevap vermiş, “Aslını istersen bazen birden içimden geliyor
ve yazıyorum, ne anlatmak istediğimi ben de bilmiyorum ama güzel bir şey
çıkıyor ortaya, değil mi?” İzlediğim birkaç film, birkaç tiyatro oyunu da bu
hissi yaşatmıştır bana. Benim de ne demek istediğimi bilmeden yazdığım şeyler
vardır.
Bu şiiri bana
hatırlatan sevgili dostlarım çoktan evlendiler. Hatta tam da böyle masalsı aşklardan
bekleneceği gibi, biraz da umutsuz ve imkansız aşk teması eklendi aşklarına.
Mezhep farklılıklarına dayalı ailevi nedenlerle. Sonra duruldu ortalık,
evlendiler, bir çocukları oldu. Yalın hayallerini yalın yaşamlarına
dönüştürdüler. Asla “basit” ya da “sıradan” demek istemiyorum. Sadece yalın.
Oysa ben, yıllar sonra bile o yalın hayallere ulaşamıyorum. Son derece basit ve
sıradan görünen ve ne yazık ki öyle de yaşadığım yaşamımda, yalınlığı
yakalayamıyorum. Hiç yakalayamadım. Aşkı bulduğumda yetinemedim, yokluğunda
yalnızlıkla başedemedim. Sorular ve bitmeyen sorular hep vardı. Hayatımda köşe
kapmaca oynuyorlardı. Köşeler bana hiç kalmadı ki hayatımda, şöyle rahatça
yayılayım dört bir yana.
Tuhaflığımın kaynağını
farkettiğimden beri hep söylerim, ruh yaşımın 10 yıl geriden geldiğini,
zihnimin ve duygularımın geç olgunlaştığını. Bin yaşındalığımı ise mümkün
olduğunca törpüledim yıllar boyunca. Kimin neyi, ne için yaptığının o günlerden
sonra o kadar önemi olmadı. Duygularımı bir daha o günlerdeki kadar yerle bir
etmelerine izin vermedim çünkü. Yıkılmadım diyemem ama kalkmayı öğrendim. Acım ne
kadar büyürse o kadar gerçeğim olduğunu da öğrendim yıllar içinde, “ben”in en
büyük gerçeğim olması en büyük meselem olarak kaldı. Ölmek isterken bile, en
önemli varlığım “ben” olduğu içindi ölmek istemem. Ona yeterince ait
olamadığımdan, yeterince sahip çıkamadığımdan.
Bu durumda hala
bir kurtuluşum olabilir mi? Bin yıllık prangalardan hayli zamandır kurtulmuşum.
Hesaba göre ruh yaşım da 28. Hala taşları yerine oturtabilir, hayallerimle
uyumu sağlayabilirim. Hayallerim bedensel güç istemiyor çok şükür. Yaşımı
mahkeme kararıyla küçültüp evden kaçarsam, hala umut var; artist olabilirim. Çünkü
Edip Cansever’in dediği gibi,
“Yaşamak, süresiz
yaşamak eğilimi belki”
İltür A.
Cok cok guzel yazmissin... Ilgiyle okudum. Siiri de bilmiyordum, simdi hemen okuyacagim. Bakalim ben bir seyler anlayacak miyim? Sevgiyle,
YanıtlaSilG.
Çok teşekkür ederim. Eminim anlarsın. Sevgiler...
Sil