Vatan Gazetesi’nin internet yayınında 13.Nisan.2008 tarihli sayfasında bir habere, Barış Gelini Pippa Bacca’nın tecavüz edildikten sonra boğularak öldürülmesi haberine bakıyorum donuk gözlerle. 31 Mart 2008 tarihinde geçmiş olay. Zaman ne çabuk geçiyor.
Habere neresinden baksan dökülüyor. Katilin soğukkanlı ifadesi, fotoğraflarını taşıyan fakat artık ulaşılmayan bir link. En altta da kişisel ürünler reklamları, cinsel gücü arttıran ürünlerin reklamları bunlar. Bir tecavüz ve cinayet haberinin altında “O yaptı. Aferin! Siz de yapın, siz de başarın!” dercesine…
Kanım donuyor.
Bir arkadaşımla bu olay üstüne yaptığımız konuşma geliyor aklıma. “Bir de öldürmüş” diyor kızgın bir tepkiyle. “İyi ki öldürmüş” diyorum ben de, “hayatta kalsa ve bu sarsıntıyla yaşamak zorunda kalsa daha mı iyiydi!” Onaylıyor beni, “Ona şüphe yok, ben asla kaldıramazdım böyle bir şeyi” diyor namusuna zarar gelmesini işaret ederek. “Ama o belki benim kadar etkilenmezdi böyle bir şeyden, farklı bir kültürü var çünkü. Onlarda bizdeki kadar önemli değil böyle şeyler. Hayatta kalmayı tercih ederdi belki.” diye de ekliyor.
Toplumumuzun özrünün kabahatinden büyük olması tam da böyle bir şey işte. Barış için yola çıkan bir genç kadına tecavüz ve katledilmesi salt namus düzeyine indirgendi ne yazık ki. Namusa bizim toplumumuz kadar önem vermemesiyle değerlendirildi yaşadığı trajedi.
Oysa namusa önem versin ya da vermesin hiçbir kadına ve/veya canlıya tecavüz haklı görülemez. Tecavüz muhafazakar bir kadın için geri dönüşü olmayacak bir yönde namusunun kirletilmesi demek iken, aydın bir kadın için bireysel özgürlüğe ve seçimlere yapılmış bir saldırı ve tahakküm olarak tüm düşünsel değerlerini zorlayan, yıkan bir travma yaratır.
Muhafazakar kadın bedeninin değil, ataerkil toplumun ona verdiği namusunu kaybetmiştir, toplumda kendini her şeyden önce namuslu ve iffetli yönüyle ifade ettiğinden ve etmesi gerektiğinden, en önemli erdemi de namusu olduğundan her şeyini kaybetmiştir. İntikam duygusu yoğun bir biçimde kendini gösterir, çünkü biricik değeri elinden alınmıştır. Ancak bu noktada da kadının kendisinin bir eylemde bulunmasına gerek kalmaz. Zaten gücü de yoktur. Güç, namusu ona veren ailenin erkeklerinin ellerindedir. Çağdaş hukuki değerler devre dışıdır. Zira ailenin erkeklerinin iktidarına yapılmış bir saldırı vardır ortada.
Aydın kadının da değerlerinin önüne kapkaranlık bir perde çekilmiş olur. Dünya ıssızlaşır, güven ve inançlar sarsılır. Tüm felsefi sistemler çöker. İnsani içgüdüyle intikam duygusu burada da devreye girebilir ki, aydın kadının yenmesi gerektiğine inandığı halde, yenmesi en güç duygulardan biridir. Çünkü hesaplaşma gerçekleşmedikçe durulmaz intikam duygusu. Hesaplaşmanın hangi düzeyde yaşanacağı da kişinin kendi iç hesaplaşmalarından birine sebeptir. Hukukun üstünlüğü mü, yoksa ‘dogville’vari bir mutlak adalet anlayışı mı…
Hangisi daha kolay gelir tecavüzün üstesinden?
Her iki kadında da değerler yok edilmiştir. Birinde namus zedelenmiştir, diğerinde ise felsefi değerler bütününe ve yaşama olan inanç.
Değerlerin geri kazanılması bakımından muhafazakar kadın için iki, aydın kadın için tek seçenek vardır. Birinci seçenekte, muhafazakar kadın tecavüzcüsüyle evlendirilerek namusu kurtarılmış ve toplumsal statüsü geri kazandırılmış olur. Namusla ilgili değerlerine biraz zorlayıcı bir kabullenmeyle de olsa yeniden sahip olacağından ruhu esenliğe kavuşacaktır. Ya da böyle bir durumu hiçbir zaman kabullenemez ve kaybettiği biricik değeriyle birlikte anlamsızlaşmış olan yaşamına son verir.
Aydın kadının kayıpları ise, evrensel nitelik taşıdığından çok daha ağır da olsa, geri dönülemez nitelik taşımamaktadır. Yaşamına anlam veren bütün bir değerler sistemi bulunmaktadır. İyileşmesi ve sindirmesi, dünyaya olan inancını geri kazanması aydın kadının duyarlılık seviyesinin yüksek olması nedeniyle daha fazla zaman alacak, daha yalnız, daha sorgulayıcı bir nitelik taşıyacak olsa da, süreç boyunca daha kalıcı ve güçlendirici bir seyir izleyecek ve sonuçta da kavuşacağı esenlik daha gerçek olacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder