Nice zamandır, bütün enerjimi alan ve bana yazacak takat bırakmayan çalışma hayatı üzerine bir yazı yazmalıydım ki, içimdeki daimonik dışarı çıksın ve yüzleşeyim. O gün bugünmüş.
Bireysel tecrübelerimi anlatmayacağım elbette ki. Onlar bende kalacak. İş saatleri içinde yaşanacak ve bitecek. Bitmeli. Olsa olsa, en çok dost sohbetlerinde konuşulacak, dertleşilecek, beraber dertlenilecek.
Oysa bu bir yazı ve yazın dünyama ait bir şey. Kişileri yazıma katarak, yazıya bir şey katamam. O yüzden layığıyla davranmalıyım.
2 kuralı var çalışma hayatının:
1- Her zaman gidilebilecek daha iyi bir şirket vardır.
2- Hiç kimse vazgeçilemez değildir.
İlk bakışta, birincisi kişiler, ikincisi şirketler yararınaymış gibi görünse de, öyle mi acaba?
Her zaman gidilebilecek daha iyi bir şirket vardır…
Bir kişi yeterince ve hatta kendisinden bekleneni çoğu zaman aşan şekilde çalışıyorsa, insanın doyumsuz doğası gereği, elde edilmiş olan olanaklar zaman içinde yeterli gelmeyeceği için, kişi arayışa girer. Ya ücreti yetmemeye başlar, ya ünvanını beğenmez ya da diğer firmaların sağladığı ekstra olanaklardan yararlanmak ister. Bu fikrin akla düştüğü ilk anda birinci altın kural devreye girmiştir bile: Her zaman gidilebilecek daha iyi bir şirket vardır. Kuşkusuz ki bu noktada, kişinin yararınadır. Kişi daha iyi bir iş bulur ve gider.
İşte bu noktada da şirket yararına çalışmaya başlar kural. Şirket bu bilgiyi değerlendirebilirse, kendini geliştirmeye, daha tercih edilir bir şirket olmaya çalışarak kuralı kendi lehine de çalıştırabilir. Ve zaman içinde daha iyiye doğru adım adım giderek, hem ölçeğini, hem de çalışanlarına sağlayacağı olanakları arttırarak çalışan memnuniyetini büyütür. Bugünü kurtarmak ve ölen ölür kalan sağlar bizimdir zihniyetiyle çalışmak, kurumsallık iddiası taşıyan şirketlerin uzun vadeli görüşlerinin çok altında kalarak kabul edilemez olduğundan, şirket bu bilgiyi kendi lehine değerlendirmek zorundadır.
Bir ara çözüm daha vardır, bu iki durum arasında ki, bu da şirketin çalışanını kaybetmeden önce gerekli önlemleri alarak gitme fikrini çalışanın aklından çekip alması ya da daha iyisi hiç aklına düşürmemesidir. Zamanında ücret artışı, zamanında terfi ya da diğer olanakların sağlanması ne kadar erken yapılabilirse şirket o kadar erken, daha iyi bir şirket haline dönüşmüş olacaktır. Kişi de o kadar erken daha iyi bir şirkette çalışmaya başlamış olacaktır. Çalıştığı eski şirketi olsa bile, koşulları değişmiş olacağından, artık daha iyi bir şirkette çalışmakta olacaktır.
Gitme fikrini çalışanın aklına hiç düşürmemek teorik olarak mümkün olsa bile, pratikte bu mümkün değildir. Şirketin iyileştirme reaksiyonu gösterebilmesi için en azından bir çalışanını kaybetme olgusuyla yüzleşmesi gerekir ki, birinci altın kuralı uygulamaya başlayabilsin. Şirketin bu şekildeki kaç kayıptan sonra karşı-çözüm üretebildiği de şirketin adaptasyon başarısının düzeyini belirler. Bu sayı ne kadar azsa şirketin iyileşme yeteneği ve potansiyeli de o derece yüksektir. Bakış açısıyla ve şirketin sorunları algılama düzeyiyle ilgilidir.
Hiç kimse vazgeçilemez değildir…
Şirketler yaşayan organizasyonlardır. En alt düzeyden en üst düzeye kadar, gelenler ve gidenler her zaman olacaktır. Önemli olan işin devamlılığı ve verimliliğidir. Her zaman işi yapabilecek yeni biri bulunacaktır. Kurumsallık bilinci ve iddiası içindeki bir şirket için bir çalışanın vazgeçilemez olması söz konusu değildir. Olmamalıdır. Şirket kurumsal iş akışını sağlayacak şekilde, işleri kişilere değil sistemlere ve yazılımlara bağlı hale getirir, bu yönde yedekleme sistemleri geliştirir. Bilgi işlem bölümleri tarafından tüm e-posta verileri sisteme kaydedilir, gerektiğinde de yöneticiler tarafından izlenebilir.
Bu kural da işte bu noktada bireyler lehine döner. Birey bu bilgiyi kişisel çalışma yaşamı için değerlendirebilirse, vazgeçilmez olmadığının bilinciyle sürekli kendini geliştirerek daha iyi bir çalışan haline gelecek ve gerek aynı şirkette gerek farklı şirketlerde her geldiği konuma bu çalışma bilincini ve ahlakını taşıyacaktır. Ve teoride hiçbir zaman vazgeçilmez olmayacak olsa da, pratikte yaptığı ve yapacağı sürekli iş geliştirmelerle daha bilgili, donanımlı ve güçlü hale gelecektir. Başarıları sektörde de nam salacak olduğundan, hem kendi şirketi için vazgeçilmezliğini perçinleyecek, hem de diğer şirketler için arzu edilen ve teklifler alan bir çalışan haline gelecektir.
3. kural…
Bu da nereden çıktı? Bir üçüncü kuraldan bahsetmemiştik ki…
Üçüncü kural, her iki kuralın da birleştiği noktadır. Kişi bir şirketten ayrılma ve daha iyi olduğunu düşündüğü bir şirkete gitme kararını verirken hem nesnel hem de öznel bakımdan ne derece doğru bir değerlendirme yapabildiyse, o derece iyi bir şirkete gitmiş olacaktır.
Kişi gitmekle, seçimini doğru yönde yaptıysa, daha iyi bir şirkete gitmiş olacaktır ve eski şirketi için de bir kayıp olacağından vazgeçilmemesi gereken kişi konumuna gelmiş olacaktır.
Kişi gitmekle, seçimini yanlış yönde yaptıysa, daha mutlu olacağı bir şirkete gitmiş olmayacaktır. Ve eski şirketi bakımından da vazgeçilmez olmadığı ortaya çıkmıştır. Hem artık vazgeçilmez değildir hem de aslında daha iyi bir yere gitmemiştir.
Kişi gitmemeyi tercih ederek de benzer sonuçlara ulaşır.
Şirket açısından da iki kuralın birleştiği nokta, doğru seçimler noktasıdır yine. Şirket de çalışanının tatminini sağlayamadığı noktada, bunu büyük resim içinde değerlendirmek ve kayıp-kazanç değerlendirmesini iyi yapmak zorundadır.
Şirket çalışanının gitmesine izin vererek doğru bir karar verdiyse, kişinin kaybı şirket için daha olumlu sonuçlar yaratacaktır. Hem yeni çalışanın tatminini sağlayacağı için daha iyi bir şirkettir, hem de eski çalışanın vazgeçilmez olmadığı tecrübe edilmiş olur.
Şirket çalışanının gitmesine izin vererek yanlış bir karar verdiyse, iyi ve işi bilen bir çalışanını kaybetmiş olduğu için vazgeçilmemesi gereken kişiden vazgeçmiş olacaktır. İyileşme yönündeki potansiyeli de değerlendirememiş olduğundan, daha iyi bir şirket olma yönünde bir nebze de olsa gerilemiş olacaktır.
Benzer mantıkla fakat aksi yönde, şirket çalışanının gitmesine izin vermeyerek de doğru veya yanlış bir seçim yapmış olabilir.
Üçüncü kural her iki kuralın da aslında aynı kural olduğunu gösterir. Fakat, Mevlana Celaleddin-i Rumi’nin Mesnevi’sindeki Fil Hikayesi gibi, her kural çalışma hayatına farklı açılardan bakmış ve farklı yorumlar getirmiştir.
Oysa hepsi birdir. Yaşamımızı şekillendiren seçimlerimiz; seçimlerimizi şekillendiren bilincimizdir.