18 Ekim 2014 Cumartesi

SÜT KESİĞİ


Kara bir yılan gibi üstüme gelen gözleri gördüm ömrümce

Kıvrak, nemli.

 
Alacakaranlıktı.

Bunaltıcı bir sıcak vardı.

Akşamüstü kasvetiyle loş odalara girdim.

Bir adamın pürüzlü sesinin hüznü içimde eriyordu.

Küçük kuğular aklımı dağıtmaya çalışıyordu.

Gerçek bir sır taşır gibi ağırdı yüreğim,

Sıkışıktı,

Taşıyordu ağır ağır,

Süt gibi kıvamlı taşıyordu.

Köpük köpük.

 
Bir Turgut Uyar şiiri her şeye noktayı koyuyordu.

İçimdeki her şeye.

Dışımdaki her şeye.

 
İltür A.

15/10/2014, Çarşamba, 18:49

26 Nisan 2014 Cumartesi

seyrüsefer


Tutunamayan insanları bilir misiniz? Bilirsiniz, bilirsiniz. Hayata bir türlü tutunamazlar. Tutunmaya çalıştıkça tutunamazlar. Alabildiğine beceriksizdirler.
Öyle mi?..
Ve vazgeçerler. Genelde erken yaşlarında. Birçoklarınıza göre erken pes ederler. Siz normal ve olabildiğince kudretli insanlar onları güçsüz olmakla, çabuk pes etmekle suçlarsınız.  Hatta çoğu zaman rahatlarına fazlaca düşkün olmakla. Oysa onlar güçlerini, siz normal insanların göremediği başka bir düzlemdeki başka işler için harcamış ve harcamaktadırlar. Ve size şöyle seslenirler:


“Sanmayın ki kaybolmuşuz, yokuz; sadece sizin bilmediğiniz yerlerde geziniyoruz.”
 
İltürA.
 

26 Ocak 2014 Pazar

LÂL BOŞLUKLAR PRENSESİ


 
I

Kim bilir ne kadar yaşadım ne kadar öldüm

Yaşamım da ölümüm gibi anlarda birikti

Yaşadığı gün kadar ölmüyor insan

Kimi gün biraz yaşıyor ölürken

Kimi gün ölüyor daha fazla

Kimi gün hem yaşıyor hem ölüyor,

İkisinden de fazla fazla.

Didem’in öldüğü gün biraz daha fazla öldüm ben.

Yine de vazgeçmedim balkonda güneşlenmekten.

Oryantalist bi zavallıydım,

Modernize bir kitap edasında.

Ve herkes üstüme çullanabilirdi,

Kâh acımak kâh aşağılamak için.

 

Ve ben tabii ki, beni bütün bu cehennemden kurtaracak

bir takım meşhur olma hayalleri kuruyordum,

                                                                                              dayanabilmek için.

Olmayacak yerlere noktalar koyuyordum evin duvarlarında.

Kendi kendime, tabii ki, konuşuyordum.

Kedileri katmak istiyordum şiire

Romantik değil gerçekçi vurgular yapmak istiyordum.

Avcumda tuttuğum dünyayı tepetaklak çevirip

İnsanların önüne pat diye atmak istiyordum.

Ve gerçek bir aydınlanma bekliyordum insanlıktan.

 

Bir kedinin yüzünden daha güzel bir şey olmadığını farkettiğim gün

Herşeyden vazgeçtim.

Gerçek yalandı

Yalandı gerçek.

 

Ben de dünyanın çöplüğündeki kedilerin yanına kıvrıldım.

 

 

II

Ben bir şiirde durdum

Dünyam orada durdu.

Ben bir şiir olayım istedim;

Durdum.

 

Ben hep bir eksiğin üstünü bir boşlukla tamamladım.

Ne eksik azaldı ne boşluk kapandı.

'Hiç’i neyle azaltabilirdim,

Boşluğun üstüne hangi kapıyı kapatabilirdim.

Erken alınmış bir nefestim

Tek bir ciğerimle bile tanışmayan.

Sonsuz üşüdüm, sonsuz terledim.

Üşümelerimle terlemelerim birbirini tamamlar oldu.

Midemdeki kelebekler taş gibi bir yumruğa dönüştü.

Herşey sonsuz bir saydamlıkla ve yavaşlıkta üstüme siniyordu.

 

Lâl boşluklardı hesabıma yazılan;

Dolduramadım.

 

Kıvrıldım sonra bir kedinin patisindeki oyuğa.

 

İltürA.

31 Aralık 2013 Salı

2014


 
Yaşadığım her yıl dramatik bir film öyküsü gibi geçiyor yaş ilerledikçe. Güzel başlayıp felaketlerle biten ya da kötü başlayıp güzel sürprizlerle heyecanlandırır hale gelen. Eskiden böyle olmazdı. Ortadan giderdim. Öyle sanırdım belki de. Hayat okumasını öğrenmemiş olduğum bir kitaptı belki henüz. Ya da yaşlandım, dümdüz söyleyişle. Kendimi ve yaşamımı fazla önemsemeye başladım. Büyük anlamlar yükledim yaşadıklarıma. Ve hep bir felaketler senaryosunda ya da bir peri masalında yaşama eğilimine dönüştü zihnimde yaşama verdiğim anlam. Gençken yaşamaktan düşünmüyor insan, zamanın değerini anladığımız o gün iniyor hayatın sırrının o minik güç anahtarı. Sonra zaman bir süre daha ilerliyor ve içindeki zembereğin etkisiyle yavaş yavaş yukarı doğru çıkıyor ve atıyor tık diye. İşte o saatten sonra ne yaşam ne ölüm; herşey görünmezliğini yitiriyor.

Her geçen yıl daha fazla kayda geçirmeye çalışıyor insan kendi hayatını, yine o önemlilik kuruntusu ya da unutkanlık korkusu ile. Örneğin ben okuduğum kitapları, faturalarımı, tedavilerimi, günlük işlerimi, yapacaklarımı, yapacaklarımı ne kadarını yaptığımı daha fazla not alır oldum bir yerlere. Daha fazla ve daha ayrıntılı.

Sadece kedilerimle ve kendi iç sesimle yaşıyorum, bütün bunlar da sadece bundan belki.

 

Herkese gönlünden geçirdiği gibi 2014 dilerim.

 

İltürA.

 

 

13 Aralık 2013 Cuma

kar yağar insanlığımızın üstüne


Günlerdir kar yağıyor ülkede. Kar günlerdir kimine sevinç, kiminin dilinde küfür. Oysa “İkimiz birden sevinebiliriz” der Turgut Uyar, Göğe Bakma Durağı adlı şiirinde. Şiirin konusu benim şimdi dilimden dökeceğim kelimelerden farklıdır ama iki kişinin aynı anda ve birlikte sevinebileceğini anlatır.

Hem hayvanları, hem yoksulları düşünmek hem de karı sevmek mümkün. Bu bir kişilik problemi, sevgi yetersizliği ya da bir tercih meselesi değil. Kar sevinci diye bir şey var nihayetinde. Gökyüzünden yere doğru inen ve her biri eşsiz pamuk parçalarını sevmemek mümkün mü. Hayallere dalmamak, kitabının yanına koyduğun sıcacık bir fincan saleple ellerini ısıtmamak.

Ama bir tek şartı var kar sevincinin. Ellerin donarak geleceksin evine. Ve yemek kokacak ellerin, kolayca yesinler diye parmaklarınla son bir kez karıştırdığın için. Köşe başındaki sokak kedisinden, sokak köpeğinden bahsediyorum, evet. Ona soğuklardan korunması için yapmış olduğun yuvada bulacaksın onu. Her gün, onun seni beklediği saatte onu doyurmuş, donmuş suyunu tazelemiş olacaksın.

Barınaklara da gideceksin tabii böyle zamanlarda. Ve çöplüklere, kimsesiz başıboş çöplük köpeklerine de götüreceksin dünyanın nimetlerini. Ormanda hayat mücadelesi verenlere de. Yetmese de... Hiçbir zaman yetmeyecekse de... Karnından parçalanmış bir orman çocuğunun acısını içinden hiçbir zaman silmeyeceksin.

Ve unutmayacaksın, çilekeş yoksulların donarak ölen çocuklarını. Elini gerekirse dağların ötesine uzatacaksın. Uzatamasan da uzanacaksın uzanabildiğin yere... Van senin en büyük acın, en büyük gerçeğin; gideceksin!
 

Şimdi sevinebilirsin yağan kara. Kendi payına bir tutam mutluluk molası verebilirsin. Çokça mahcup, çokça huzursuz, derin bir suçluluk duygusuyla olsa da...

 

İltür A.

26 Ekim 2013 Cumartesi

SAATLERİ AYARLAMA ENSTİTÜSÜ(*)


Kurulduğundan beri yılda sadece iki kez çalışan ama çalışmazsa da milyonlarca dolarlık zararlara, iktisadi şaşmalara sebep olacak olan ve bu yüzden çok çok mühim bir kurum olarak 210 gündür  bugünü bekleyen enstitü nihayet muradına eriyor: Saatleri Ayarlama Enstitüsü(*) 27 Ekim’de tam 04:00’da iş başında. Neden böyle bir saati seçtikleri bilinmez ama vardır bir kerameti. Yılda sadece iki kere çalışmak için kurulmuş olan bu çok mühim müessesenin hikmetinden sual olunabilir mi.

Bundan 210 gün önceydi.

“Günışığından daha fazla yararlanmak için,”

“Enerji kaynaklarının kullanımında bilmem kaç milyon dolarlık tasarruf için,”

saatleri ileri aldık dediler.

O gün 23 saat yaşadık.

Ama aslında kimse gerçekte bilemedi sebebini. Hiçbirimizin cebine tasarruf ettiği söylenen dolarlar girmedi. Sonuçlarını göremedi kimse, ama hep beraber katlandı sonuçlarına. Kimileri okuluna, işine erken gitti, geç kaldı bu karışık mevzu yüzden. Azar işitti geç kalınca, erken gittiği için alay konusu oldu.

Kimileri yükselen burcunu yıllarca yanlış bildi bu yüzden. Malum yükselen burçlar saatlere göre belirleniyor. Saatler o tarihte yaz saati miydi kış saati miydi derken, yıllarca kişiliklerini başka bir burcun cenderesinde yaşamaya zorladı insanlar. Ne zaman ki öğrendiler gerçek yükselen burçlarını, o zaman rahatladılar, “Evet, ben aslında bu değildim” dediler.

Kimileri vardı, saatler ileri alındıktan sonra, geri alınmadan önce, işte tam o arada bu dünyadan göçüp gittiler. 1 saat eksik yaşamış oldu onlar. Ekonomi kartellerinin, ağa babalarının daha çok para kazanması için kendilerinden çalınan o 1 saati geri alamadan gittiler. Zaman mutlaktır, ölümden sonra saatin önemi yoktur belki ama kayıtlara göre 1 saat erken girmiş oldular ölüme.

Bugün tatil günü. Çoğu kimse için. Dilediğince geçirebileceği bir Cumartesi akşamı. Hava da güzel sayılır, çok soğuk değil. Şimdi ister yeyin, için, eğlenin, sosyalleşin, ister içinize dönün, evinize kapanın, kitap okuyun ya da film seyredin. Ama ne yaparsanız yapın, saatlerinizi geri almayı unutmayın.

Bazıları gibi gecenin 04.00’üne saatinizi kurun, kalkıp evdeki bütün saatlerinizi 1 saat geri alın. Şimdi 1 saat daha fazla uyuyabilirsiniz. Tatlı rüyalar dileyin yanınızda biri varsa.

Ya da bazılarının yapacağı gibi gece yatmadan önce geri alın saatlerinizi. Şimdi  1 saat daha fazla yaşayabilirsiniz. Size geri dönen o 1 saati ister kayıtlı, ister kayıtdışı bir uzamda istediğiniz gibi değerlendirebilirsiniz. İstediğinizi yapabilirsiniz. Kimseler bilmez. Çünkü o aslında yok gibi. Çünkü o 25. saat.

İltür A.

 (*) Ahmet Hamdi Tanpınar’a selam olsun. Saygıyla...
 
 

14 Ekim 2013 Pazartesi

isimsiz bir yazı da mümkün... damlamasa da kokusu alınan kan gibi.


 

 

@birhankeskin şiirleri okuyup ağlarken, kendimi bu dünyanın ortasına amaçsızca atılmış bir 'bok' gibi hissettim. Faydasız, çirkin ve rahatsız edici. Alabildiğine... Herkes için. Kimin temizleyeceği belli olmayan, gözlerin tam ortasında, gözlerin reddiyle dolu.

 

Uçsuz bucaksız bir zulüm gibi hayat.

 

Başka bir hayat mümkün müydü, diye soruyorum. Olabildiğimce objektif olmaya çalışıyorum. Sorularımı sorarken de cevaplarımı ararken de. Bulamıyorum doğru cevapları, veremiyorum. Susuyorum. Sevmediği dersine çalışmamış bir ilkokul çocuğu gibi pısırık ve taş sessizliğinde tahtada, ama kendi olmaktan başka yolu olmadığı için kendini suçlu hissetmeyen. Ya da, işsiz bir babanın çocuğu olmanın utancına kılıflar ararken okulun ilk günü, yeni öğretmen karşısında. Ezilip büzülen, başkalarının utançları için. Ben yerin dibine girmeyi daha 7 yaşındayken öğrendim. O yüzdendir belki, kendi çirkin ve sakat yanlarımla yüzleşebilmem. Başka yolu yoktu çünkü. Çukurun dibinde çukurun dibindekilerden başka bir şey görmezsin. Ve alışırsın pisliğinle yaşamaya. Onu savunmaya bazen - hatta, seni kendi yalnızlığına çok zorladıklarında.

 

Umudu yoktur, tırnaklarıyla kendi çukurunu kazarak çıkmaya çalışanın. Tırnakları gibi bir bir sökülmüştür çünkü umutları, kazarken. Geride kan, acı. Ve çukuru eriten, derinleştiren gözyaşları...