27 Nisan 2012 Cuma

ucu olmayan dizeye ağıt

Didem,

Ben bu mektubu yazdığımda sen çok uzaklarda olacaksın…

Ben hep uzaklarda olan insanları seçtim sevmek için. Çok sevdiğim 'sen'i de bana çok sevdiğim başka bir kadın getirmişti; artık uzaklarda olan bir kadın. Altını çizdim bu şiirinde en sevdiğim cümlelerinin. Unutmamak için en çok... Ve başkaları da seni sevsin diye. Sert sessiz kadınım benim. Ben sert sessizlerin en çok yumuşamayanını severim.   


İyiden iyiye üşümeye başladım son günlerde. Sırtımdan başlıyor ve her nasılsa içeri sızıp sol ön saflarda bir burgu burgu bir kurandere dönüşüyor.  "Galiba hasta oluyorsun" derdi şimdi yanımda biri olsaydı, ki, iyi ki yok... Biliyorum ben hastalığımı. Ve avunmuyorum artık pandomim kılıklı sözsüz, söz vermesiz, sözüm ona içtenlik gösterileriyle.

Hiç unutmam, “Uyumsuzluğunun ardında, buzdağının görünmeyen kısmı kadar kocaman ve sessiz ve duygulu ve düşünceli ve hiçbir zaman susmayan bambaşka bir dile ait olan monologların döndüğü bir dünyada, bir çok insanın tahayyül sınırlarını aşacak derecede karanlık, kapkaranlık bir umutsuzluğu sürükleyenler de var.” demiştim bir gün bir kadınıma.

Ne söylediğimin farkına vardıktan sonra körlere acımayı bıraktım.



BÜYÜMÜŞ ÇOCUK ŞİİRİ
Hülya'ya

Artık büyüdü diyorlar bana
Ekmeğini salatanın suyuna banma
Ben artık büyüyüm Füsun
Zengin evlerinde Harry Potter oldum bu yaştan sonra
İstanbul'un kargaları İstanbul kadar kocaman
Bağırmak denen bir adam saltanatını kurmuş burada
Birçok şarkının ortasında yürürken İstiklal Caddesi
Tomtom Mahallesi'ne taşıyor beni
Ben yürümüyorum Füsun cadde yürüyor
Bir cadı olduğumu burdan anlıyorum
Hiçbir takım tutmuyorum, yıldızların takımından başka
Bilirsin işte erkekler büyükayı, kadınlar küçük cezve
Bugün bir harf girdi atmosferime, tutuştu ve yandı
Siyah bir gelinliğe benzeyecek bu şiir
Uzun kuyruklusundan

İmgelerle yer değiştiriyorum Füsun
Şiirin bir odasına üç yüz milyon vereceğim
Durmadan mazmunlara sürgün gidiyorum olmuyor böyle.
Cümle kapıların önünde kelimelerle beş taş oynuyorum.
Karanlık sokaklardan biraz korkuyorum
Ama korkmuyorum da esasında.
Pardon diyorum ayağıma bastığında dünya
saçlarımın ucundan başlıyor artık kırılma
Kelimelerin tadına bakıyorum
Zehrinden korktuğum acı kelimeler yutuyorum yanlışlıkla.

kahverengi bir delik açıyor sayfanın ortasında
Elimde tuttuğum sigara
Ucu olmayan dize yakışıyor şiire
 

Didem Madak, Pulbiber Mahallesi adlı kitabından,  sayfa 13-14, 2007

3 Nisan 2012 Salı

KARANFİL ÖLÜMLERİ

Son zamanlarda hep karanfil ölümlerinin gizli şahidi oluyorum. Bir ben görüyorum ölümlerini. Ölmeden az önce bir an gözgöze geliyoruz karanfille ve anlıyor benim onu anladığımı. Mutlu oluyor, mutlu ölüyor. Mutlu ölüm anında bir devrin acılarının bana yüklendiğini görüyor ve uyanıyorum şizofren uykumdan.

İnsan neden öldürmeyi seçer bir karanfili hiç yoktan. Ne için ve ne uğruna? Nedir eline geçecek olan ölü bir karanfilden başka? Ölü bir karanfil ölü bir karanfildir çünkü yalnızca. Alabildiğine/olabildiğine aptal ve ölü bir karanfil. Açılan yara değil yaranın nedenidir öldüren.

Ölünce öyle suskun bir mekana taşınır ki karanfil, gözlerinin en derinine de baksan göremezsin artık kelimeleri. Hayat uzaklaşmıştır ve hiç olmadığı kadar kolay ve hızlı devam eder. Karanfil şaşkın. Kış öyle uzun sürer ki, üşümek dayanılmaz bir hal alır. Kar, nedense, hep en beklenmedik zamanlarda yağar. Tesadüf olamayacak kadar sürekli tekrarlar bu arsızlığını. Karanfilin kaçıncı ölümünü zorladığını da bilir oysa…

***

Bir tel kopar, ahenk ebediyyen kesilir. Dünya bazen yuvarlak değil, üstüste dizilidir; devrilir.