9 Mart 2013 Cumartesi

GÖZLER



I
Cemile’nin Gözleri

AİLENİN GÖZLERİ:  “Doğum başladı” diyor ebe. Cinsiyetimi henüz bilmiyorlar. 3 tane ağabeyim var ama yine de erkek çocuk istiyorlar, “Kız bebek derttir.” diyorlar. Doğuyorum. Çarçabuk dağılıyor toplananlar. Anamdan başka kimse sevinmez mi benim pembe beyaz tenime. Bir suçun üstünü örter gibi susuyorlar. Hep susacaklar, ömrümce…
Henüz 5 yaşındayken başlıyorum, kendimden sonraki 4 kardeşime bakmaya. Kızı da var erkeği de, ben en çok anamın hastalığı yüzünden neredeyse baygın doğmuş Satı’ya düşkünüm, Allah biliyor ya, kıyamıyorum ona, incecik boynuna, bileklerine. “Kardeşim” diyorum, sımsıkı sarıyorum göğsümde. 53 yaşına kadar getirdim onu, hala bebek kokar koynuma aldığımda.

KOCANIN GÖZLERİ: 14 yaşında evlendiriyorlar beni. Hani siz “çocuk gelin” diyorsunuz ya, o sadece sizin oralardan duyuluyor. Benim 40 yaşındaki kocam çocuk mocuk demiyor, gözümün yaşına bakmıyor, veriyor kucağıma bebeleri. 4 yıl içinde 3 bebek. 3 de kumam var, en küçükleriyim ben. Evin bütün işini de onlar yıkıyor üstüme.  Kocam da diyor, “Onlar ne diyorsa o Cemile, yapacaksın.” Evin bazlaması, kışlık salçası, tarhanası ve 22 nüfusun çamaşırı, bulaşığı seni bekler Cemile. Hadi, sustur içinde yükselen isyan çığlığını, unut 3 seneye öğretmen çıkacak komşunun kızı Zahide’yi, unut komşunun yeşil gözlü oğlu Ferdi’yi ve çapkın göz süzmelerini. Hadi, kalk vakitlice…

ÇOCUKLARIN GÖZLERİ: 25’ime geldiğimde 3 çocuklu bir anayım.  Kızım ve oğullarım. 16 yaşındaydım analığı tattığımda. İlk evladım, kızım, en az öpüp koklayabildiğim, nazlı ceylanım, Saliha’m, neredeyse 39’unu buldu şimdi, onun da şakaklarında aklar, oysa hiç yaşlanmayacak gibiydi doğduğunda. Saçlarına erken düşen aklar kara bahtının diyeti olaydı da, kocası olacak hayırsız o pavyon yosmasıyla kaçıp gitmeyeydi. Ama gitti. Saliha kaldı, sessiz ve balçık kadar kara ve yapışkan bir kederle. Saliha kaldı, ölümün bir uçurum olduğu yerde. Saliha’nın gözleri düştü uçurumdan aşağı, tuzla buz oldu gördüğü bütün düşlerle. Saliha büyüttü iki yavrusunu tekstil fabrikasında paçavra parçalarını ayıklayarak. Mutlu olsun istedim Saliha, olamadı.
Settar ve Ahmet ben ciğerlerimden hastayken geldi dünyaya. “Mosmor doğdu bunlar, yaşamazlar.” dedi ebe. Saliha’m baktı ikisine de, boyundan büyük etti de, hayat aldı birini tez elden; Ahmet’imi bir meydan kavgasında döşünden harcadılar, getirip elime kıpkırmızı bir gömlek verdiler bir akşamüstü. Sabah ellerimle ütüleyip giydirdiğim masmavi gömleği. Settar suspus oldu kardeşi gittikten sonra, yarısı uçtu gitti sanki. Onu ablasının çalıştığı fabrikaya soktuk sonra.

GELECEĞİN GÖZLERİ: Geleceğim de ne ola ki benim. Geleceğim demek evlatlarım demek oldu her zaman. Ben sadece kınalı kuzucuklarım için mutluluk istedim. Bir umut ışığı yansın ve hiç sönmesin istedim onlar için. Ben kendim onlarsız bir hiç, ben zavallı ve çaresiz bir döl yatağı. Evlatlarının mutluluklarına döl verememiş olan bir acı teknesi. Kanatırcasına kazıdım içimi, daha da artmasın mutsuzlukları diye. Ölümlerden döndüm, gelecek daha az acılı olsun diye.

SOSYAL HAYATIN GÖZLERİ: Çarşıya pazara çıktığımızda eş dostla karşılaşırız biz burada hala. Burası küçük yer. Selamlaşıyoruz hepsiyle. Hepsinde ayrı bir kimliğim var. Tahir ve Emine’nin kızı, Salih’in karısı, Hayriye ve Cemşit’in gelini, Halil, Selahattin ve Muhsin’in kardeşi, Hacer, Meliha, Feyzullah ve Satı’nın ablası, Mustafa’nın baldızı, Haydar’ın yeğeni, Saliha, Settar ve Ahmet’in anası, Huriye’nin kaynanası… Herkesin her şeyi oldum da, kimse Cemile demedi bana anamdan başka.

KURUMLARIN GÖZLERİ: Bir çekmecede yıpranmadan eskimiş pembe bir kağıt oldu nasibime düşen. Yeşil ipekli bir eşarp başımda, ucundan görünen kumral saçlarımda hafif bir dalga. Dudağımda yeşil bir rujla belli belirsiz renklendirilmiş, belli belirsiz bir tebessüm. En son 36’ımda çekilmiş bu fotoğrafla hatırlayacak  tüm resmi makamlar beni.

CEMİLE’NİN GÖZLERİ: Her şey olup biter ve bunun adına “Cemile’nin hayatı” derken insanlar, ben sadece Cemile olayım istedim. Tahir’den olma, Emine’den doğma. Sevilen kız bebek Cemile. Okuyan kız çocuğu Cemile. Kırda, taşrada kız olmanın kaderini değiştiren.


“Hatun kişi niyetine” diye başlayacak imam. Herkes iyi bilecek beni. Beni bir ağacın gölgesinden daha fazla bilmeyen herkes, nasıl olacak da iyi bilecek beni.

“Ruhuna el Fatiha!..”

 

II
Begüm’ün Gözleri 

AİLENİN GÖZLERİ:  Ilık bir Nisan sabahı Bebek’te doğmuşum. Tam da kuşlar arka bahçede cıvıldarken. Tam da mutlu bir Türk filminde olduğu gibi. Begüm koymuşlar adımı. Tac Mahal seyahatinden döndükten hemen sonra, bir çocukları olacağını öğrenen anne ve babamın, bir Hint prensesi kadar güzel ve zarif olmamı dilemeleriyle gelmiş adım. Benden sonra doğan erkek kardeşim Murat 2 ay yaşayıp ölünce, öyle üzülmüş öyle üzülmüş ki annem, başka kardeşim olmamış. Tek başımalığı öyle öğrendim ilk, sessiz bebeklerle oynar, onları içimden konuştururken.
Keman çalmayı her şeyden önce öğrendim, müziğin kapısını sihirli sol anahtarıyla açmayı iyi bilirim. Yine de bale olmasaydı, içimdeki müziğin sesini hiç duyamayacaktım, hiç tamamlanamayacaktım belki. Müziğin seslerden öte kimyasını, kara kuru kıvrık uçlu notaların yan yana duruşundan fazlası olduğunu baleyle öğrendim.
Sonra bir gün içimdeki müzik sustu. Kaygan parke zeminde yatarken bütün notalar hızla uzaklaştılar içimden. Sessizliği bir kez daha öğrendim. Kemana devam edemedim, notaları dinlersem yine terkedebilirlerdi çünkü beni. Ben de harflerle oynamaya başladım. Sessizlik sanarak. Her bir harfin ayrı ayrı saplanmış birer bıçak olduğunu bilmeden.

KOCANIN GÖZLERİ: 24 yaşındayım artık. Kitap Fuarı’nda bir panele gidiyoruz en yakın arkadaşım Fulya’yla. Genç Yazarlar Sendikası genel sekreteri Orhan konuşmacılardan. Ne kadar kültürlü, ne kadar yakışıklı ve kibar. Orhan, çok seviyor beni ve ben onunla evlenmeyi her şeyden çok istiyorum. İlk kez sevildiğimi ve mutlu olacağımı hissediyorum hayatta. Onunla bütünleneceğimi. Ayak bileğimle birlikte kırılan bütünlüğüm Orhan’la geri dönüyor.
34 yaşıma geldiğimde, yani yolun yarısından bir adım önce, bir gece yarısından az önce, Orhan bir iğne ucuyla ikiye böldü bütünlüğümüzü. Yanına Fulya’yı aldı gitmek için.
Ben kanadım, kanadım, kanadım… Pelin gördü parmaklarımdan süzülen kanları. Pelin ezberledi mutsuzluğu Anne Kitabı’ndan.

ÇOCUĞUN GÖZLERİ: Bir tek Pelin’im olmuş şu hayatta. 15 yıl bir kardelen gibi sevmişim onu. 15. yılında annesine özenmiş Pelin. 6. yaşında öğrendiğini nasıl unutsun bir çocuk. Bileğine yaptırdığı kardelen dövmesini kesmiş ikiye. Beni de o incecik yarığa gömmüş Pelin giderken, kanı pıhtılaşmış bedenimin her zerresinde.

“Pelin ölme! Pelin, beni milyonlarca karanlık kan pıhtısına gömme!”

“Ölmeliyim anne! Çözemiyorum dünyadaki acıları, haksızlıkları, hazmedemiyorum Berk’in en yakın arkadaşıma çıkma teklif edişini. Bu bizim kaderimiz olmasın diye, ben gidiyorum anne!”

GELECEĞİN GÖZLERİ: 8 yaşındaydım geleceği ilk düşündüğümde. Işıklar, sahne, siyah ve beyaz; ben mutlaka Odette ve Odile olacaktım günün birinde. Gelecek, sadece o gün var oldu benim için.
Balerin yazılsın istedim sadece adımın yanında. Bir de Pelin’in annesi. Benim havada asılı küçük, mucizevi bir mutluluk taneciği olduğum anlar. Havada bir balerin, bir de kucağımdaki 28 dakikalık Pelin. Yetti bana yaşamda gelecek umudu yaratan şu iki an. Sonra ben, ömrümce o anlarda yaşadım. Ben hep o anlarda yaşadığımdan, anlayamadım dostumla kocamın gelecek hayallerini, anlayamadım Pelin’in geleceğini kaybettiğini.
Aslında, bir bir gösterdi gelecek, ne tütüm ve pointlerim, ne kemanım, ne harflerim, ne kocam, ne dostum, ne kızım oldu benim.

SOSYAL HAYATIN GÖZLERİ: İlk 16 yıl uçar gibi yaşarken ne güzeldi hayat. Yüzüm hızla çarparken zemine, duyduğum parkenin cila kokusunu ben sonra hiç unutmadım. Sakat balerin dediler bana sonra, ben evimde keman çalıp yazarcılık oynarken. Röportajlar yaptılar benimle en ünlü gazeteciler, evime gelirken dudaklarının kenarındaki acıma ifadesini özellikle silmeyerek. Bale sanatının nankörlüğünden dem vurdular, kendileri de aynı parçalı kırığı bir kaldırımdan aşağı adım atarken dengelerini kaybedince yaşayabilecekken üstelik.
“Sakat balerin, uluslararası alanda parlak başarılara imza atmış kocası tarafından en yakın arkadaşıyla aldatıldı.” şeklinde haberler çıkmış eş, dost ve komşuların yüzlerinde. Görmedim ben, bana yüzlerini göstermediler. Sadece fısıltıları duydum. Ve ismim ilk kez Orhan’dan önce söylendi. Fulya’dan da önce.

KURUMLARIN GÖZLERİ: 2 nolu doğumhanede başlayan resmi tarihim. Devlet Konservatuarı 23 nolu etüd salonu, evimden sonraki ikinci odamdı, resmi sığınağım. Kapıda mutluluk etiketi. Bana en çok morg yakıştı mekanlardan ve Adli Tıp resmi kurumlardan. Doktor kimliğimdeki fotoğrafta ne gördü, söylediyse duyamadım. Buldu mu içimdeki parçalanmış ve çürümüş ölüyü.

BEGÜM’ÜN GÖZLERİ: Her şey olup biter ve bunun adına “Begüm’ün hayatı” derken insanlar, ben sadece Begüm olayım istedim. Dış dünyanın sesini kapatıp, kendi iç sesimi dinlemek istedim ben hep. Şimdi artık kendimleyim. 45’imdeyim ve geçmişi, bugünü, geleceği kilitledim.


“Kendi canına kıyanın namazı kılınmaz.” diyecek imam. Beni annem gömecek. Annem beni Pelin’imin yanına gönderecek. Bulut olup boşluğa uçacağım ben de. Pembeli, morlu, yeşilli, kocaman bir uçan balon gibi.