I
Cemile’nin
Gözleri
AİLENİN
GÖZLERİ: “Doğum başladı” diyor ebe. Cinsiyetimi
henüz bilmiyorlar. 3 tane ağabeyim var ama yine de erkek çocuk istiyorlar, “Kız
bebek derttir.” diyorlar. Doğuyorum. Çarçabuk dağılıyor toplananlar. Anamdan
başka kimse sevinmez mi benim pembe beyaz tenime. Bir suçun üstünü örter gibi
susuyorlar. Hep susacaklar, ömrümce…
Henüz
5 yaşındayken başlıyorum, kendimden sonraki 4 kardeşime bakmaya. Kızı da var
erkeği de, ben en çok anamın hastalığı yüzünden neredeyse baygın doğmuş Satı’ya
düşkünüm, Allah biliyor ya, kıyamıyorum ona, incecik boynuna, bileklerine. “Kardeşim”
diyorum, sımsıkı sarıyorum göğsümde. 53 yaşına kadar getirdim onu, hala bebek
kokar koynuma aldığımda.
KOCANIN
GÖZLERİ: 14 yaşında evlendiriyorlar beni. Hani siz “çocuk gelin” diyorsunuz ya,
o sadece sizin oralardan duyuluyor. Benim 40 yaşındaki kocam çocuk mocuk demiyor,
gözümün yaşına bakmıyor, veriyor kucağıma bebeleri. 4 yıl içinde 3 bebek. 3 de kumam
var, en küçükleriyim ben. Evin bütün işini de onlar yıkıyor üstüme. Kocam da diyor, “Onlar ne diyorsa o Cemile,
yapacaksın.” Evin bazlaması, kışlık salçası, tarhanası ve 22 nüfusun çamaşırı, bulaşığı
seni bekler Cemile. Hadi, sustur içinde yükselen isyan çığlığını, unut 3 seneye
öğretmen çıkacak komşunun kızı Zahide’yi, unut komşunun yeşil gözlü oğlu Ferdi’yi
ve çapkın göz süzmelerini. Hadi, kalk vakitlice…
ÇOCUKLARIN
GÖZLERİ: 25’ime geldiğimde 3 çocuklu bir anayım. Kızım ve oğullarım. 16 yaşındaydım analığı
tattığımda. İlk evladım, kızım, en az öpüp koklayabildiğim, nazlı ceylanım, Saliha’m,
neredeyse 39’unu buldu şimdi, onun da şakaklarında aklar, oysa hiç
yaşlanmayacak gibiydi doğduğunda. Saçlarına erken düşen aklar kara bahtının
diyeti olaydı da, kocası olacak hayırsız o pavyon yosmasıyla kaçıp gitmeyeydi. Ama
gitti. Saliha kaldı, sessiz ve balçık kadar kara ve yapışkan bir kederle.
Saliha kaldı, ölümün bir uçurum olduğu yerde. Saliha’nın gözleri düştü
uçurumdan aşağı, tuzla buz oldu gördüğü bütün düşlerle. Saliha büyüttü iki
yavrusunu tekstil fabrikasında paçavra parçalarını ayıklayarak. Mutlu olsun
istedim Saliha, olamadı.
Settar
ve Ahmet ben ciğerlerimden hastayken geldi dünyaya. “Mosmor doğdu bunlar,
yaşamazlar.” dedi ebe. Saliha’m baktı ikisine de, boyundan büyük etti de, hayat
aldı birini tez elden; Ahmet’imi bir meydan kavgasında döşünden harcadılar,
getirip elime kıpkırmızı bir gömlek verdiler bir akşamüstü. Sabah ellerimle
ütüleyip giydirdiğim masmavi gömleği. Settar suspus oldu kardeşi gittikten
sonra, yarısı uçtu gitti sanki. Onu ablasının çalıştığı fabrikaya soktuk sonra.
GELECEĞİN
GÖZLERİ: Geleceğim de ne ola ki benim. Geleceğim demek evlatlarım demek oldu
her zaman. Ben sadece kınalı kuzucuklarım için mutluluk istedim. Bir umut ışığı
yansın ve hiç sönmesin istedim onlar için. Ben kendim onlarsız bir hiç, ben
zavallı ve çaresiz bir döl yatağı. Evlatlarının mutluluklarına döl verememiş
olan bir acı teknesi. Kanatırcasına kazıdım içimi, daha da artmasın
mutsuzlukları diye. Ölümlerden döndüm, gelecek daha az acılı olsun diye.
SOSYAL
HAYATIN GÖZLERİ: Çarşıya pazara çıktığımızda eş dostla karşılaşırız biz burada hala.
Burası küçük yer. Selamlaşıyoruz hepsiyle. Hepsinde ayrı bir kimliğim var. Tahir
ve Emine’nin kızı, Salih’in karısı, Hayriye ve Cemşit’in gelini, Halil,
Selahattin ve Muhsin’in kardeşi, Hacer, Meliha, Feyzullah ve Satı’nın ablası,
Mustafa’nın baldızı, Haydar’ın yeğeni, Saliha, Settar ve Ahmet’in anası, Huriye’nin
kaynanası… Herkesin her şeyi oldum da, kimse Cemile demedi bana anamdan başka.
KURUMLARIN
GÖZLERİ: Bir çekmecede yıpranmadan eskimiş pembe bir kağıt oldu nasibime düşen.
Yeşil ipekli bir eşarp başımda, ucundan görünen kumral saçlarımda hafif bir
dalga. Dudağımda yeşil bir rujla belli belirsiz renklendirilmiş, belli belirsiz
bir tebessüm. En son 36’ımda çekilmiş bu fotoğrafla hatırlayacak tüm resmi makamlar beni.
CEMİLE’NİN
GÖZLERİ: Her şey olup biter ve bunun adına “Cemile’nin hayatı” derken insanlar,
ben sadece Cemile olayım istedim. Tahir’den olma, Emine’den doğma. Sevilen kız
bebek Cemile. Okuyan kız çocuğu Cemile. Kırda, taşrada kız olmanın kaderini
değiştiren.
“Hatun kişi niyetine” diye başlayacak imam.
Herkes iyi bilecek beni. Beni bir ağacın gölgesinden daha fazla bilmeyen
herkes, nasıl olacak da iyi bilecek beni.
“Ruhuna el Fatiha!..”
II
Begüm’ün
Gözleri
AİLENİN
GÖZLERİ: Ilık bir Nisan sabahı Bebek’te doğmuşum.
Tam da kuşlar arka bahçede cıvıldarken. Tam da mutlu bir Türk filminde olduğu
gibi. Begüm koymuşlar adımı. Tac Mahal seyahatinden döndükten hemen sonra, bir
çocukları olacağını öğrenen anne ve babamın, bir Hint prensesi kadar güzel ve
zarif olmamı dilemeleriyle gelmiş adım. Benden sonra doğan erkek kardeşim Murat
2 ay yaşayıp ölünce, öyle üzülmüş öyle üzülmüş ki annem, başka kardeşim
olmamış. Tek başımalığı öyle öğrendim ilk, sessiz bebeklerle oynar, onları
içimden konuştururken.
Keman
çalmayı her şeyden önce öğrendim, müziğin kapısını sihirli sol anahtarıyla açmayı
iyi bilirim. Yine de bale olmasaydı, içimdeki müziğin sesini hiç
duyamayacaktım, hiç tamamlanamayacaktım belki. Müziğin seslerden öte kimyasını,
kara kuru kıvrık uçlu notaların yan yana duruşundan fazlası olduğunu baleyle öğrendim.
Sonra
bir gün içimdeki müzik sustu. Kaygan parke zeminde yatarken bütün notalar hızla
uzaklaştılar içimden. Sessizliği bir kez daha öğrendim. Kemana devam edemedim,
notaları dinlersem yine terkedebilirlerdi çünkü beni. Ben de harflerle oynamaya
başladım. Sessizlik sanarak. Her bir harfin ayrı ayrı saplanmış birer bıçak
olduğunu bilmeden.
KOCANIN
GÖZLERİ: 24 yaşındayım artık. Kitap Fuarı’nda bir panele gidiyoruz en yakın
arkadaşım Fulya’yla. Genç Yazarlar Sendikası genel sekreteri Orhan
konuşmacılardan. Ne kadar kültürlü, ne kadar yakışıklı ve kibar. Orhan, çok
seviyor beni ve ben onunla evlenmeyi her şeyden çok istiyorum. İlk kez sevildiğimi
ve mutlu olacağımı hissediyorum hayatta. Onunla bütünleneceğimi. Ayak bileğimle
birlikte kırılan bütünlüğüm Orhan’la geri dönüyor.
34
yaşıma geldiğimde, yani yolun yarısından bir adım önce, bir gece yarısından az
önce, Orhan bir iğne ucuyla ikiye böldü bütünlüğümüzü. Yanına Fulya’yı aldı
gitmek için.
Ben
kanadım, kanadım, kanadım… Pelin gördü parmaklarımdan süzülen kanları. Pelin
ezberledi mutsuzluğu Anne Kitabı’ndan.
ÇOCUĞUN
GÖZLERİ: Bir tek Pelin’im olmuş şu hayatta. 15 yıl bir kardelen gibi sevmişim
onu. 15. yılında annesine özenmiş Pelin. 6. yaşında öğrendiğini nasıl unutsun
bir çocuk. Bileğine yaptırdığı kardelen dövmesini kesmiş ikiye. Beni de o
incecik yarığa gömmüş Pelin giderken, kanı pıhtılaşmış bedenimin her
zerresinde.
“Pelin
ölme! Pelin, beni milyonlarca karanlık kan pıhtısına gömme!”
“Ölmeliyim
anne! Çözemiyorum dünyadaki acıları, haksızlıkları, hazmedemiyorum Berk’in en
yakın arkadaşıma çıkma teklif edişini. Bu bizim kaderimiz olmasın diye, ben
gidiyorum anne!”
GELECEĞİN
GÖZLERİ: 8 yaşındaydım geleceği ilk düşündüğümde. Işıklar, sahne, siyah ve
beyaz; ben mutlaka Odette ve Odile olacaktım günün birinde. Gelecek, sadece o
gün var oldu benim için.
Balerin
yazılsın istedim sadece adımın yanında. Bir de Pelin’in annesi. Benim havada
asılı küçük, mucizevi bir mutluluk taneciği olduğum anlar. Havada bir balerin,
bir de kucağımdaki 28 dakikalık Pelin. Yetti bana yaşamda gelecek umudu yaratan
şu iki an. Sonra ben, ömrümce o anlarda yaşadım. Ben hep o anlarda
yaşadığımdan, anlayamadım dostumla kocamın gelecek hayallerini, anlayamadım
Pelin’in geleceğini kaybettiğini.
Aslında,
bir bir gösterdi gelecek, ne tütüm ve pointlerim, ne kemanım, ne harflerim, ne
kocam, ne dostum, ne kızım oldu benim.
SOSYAL
HAYATIN GÖZLERİ: İlk 16 yıl uçar gibi yaşarken ne güzeldi hayat. Yüzüm hızla
çarparken zemine, duyduğum parkenin cila kokusunu ben sonra hiç unutmadım. Sakat
balerin dediler bana sonra, ben evimde keman çalıp yazarcılık oynarken.
Röportajlar yaptılar benimle en ünlü gazeteciler, evime gelirken dudaklarının
kenarındaki acıma ifadesini özellikle silmeyerek. Bale sanatının nankörlüğünden
dem vurdular, kendileri de aynı parçalı kırığı bir kaldırımdan aşağı adım atarken
dengelerini kaybedince yaşayabilecekken üstelik.
“Sakat
balerin, uluslararası alanda parlak başarılara imza atmış kocası tarafından en
yakın arkadaşıyla aldatıldı.” şeklinde haberler çıkmış eş, dost ve komşuların
yüzlerinde. Görmedim ben, bana yüzlerini göstermediler. Sadece fısıltıları
duydum. Ve ismim ilk kez Orhan’dan önce söylendi. Fulya’dan da önce.
KURUMLARIN
GÖZLERİ: 2 nolu doğumhanede başlayan resmi tarihim. Devlet Konservatuarı 23
nolu etüd salonu, evimden sonraki ikinci odamdı, resmi sığınağım. Kapıda mutluluk
etiketi. Bana en çok morg yakıştı mekanlardan ve Adli Tıp resmi kurumlardan.
Doktor kimliğimdeki fotoğrafta ne gördü, söylediyse duyamadım. Buldu mu
içimdeki parçalanmış ve çürümüş ölüyü.
BEGÜM’ÜN
GÖZLERİ: Her şey olup biter ve bunun adına “Begüm’ün hayatı” derken insanlar,
ben sadece Begüm olayım istedim. Dış dünyanın sesini kapatıp, kendi iç sesimi
dinlemek istedim ben hep. Şimdi artık kendimleyim. 45’imdeyim ve geçmişi,
bugünü, geleceği kilitledim.
“Kendi canına kıyanın namazı kılınmaz.”
diyecek imam. Beni annem gömecek. Annem beni Pelin’imin yanına gönderecek. Bulut
olup boşluğa uçacağım ben de. Pembeli, morlu, yeşilli, kocaman bir uçan balon
gibi.